Böyle güzel bir konu görünce ben de sevindim, biraz kendimden anlatayım.
İlkokul yıllarımı Balıkesirin Gönen ilçesinde geçirmiştim. O zamanlar 20-25 bin nüfuslu, @POLKA tıpkı sizin anlattığınız gibi bir çevresi olan bir taşra ilçesiydi, her yerde meyve ağaçları, zaten ovanın ortasında, artık sudan bıkkınlık vardı, ne zaman yağmur yağsa boş arazilerin hepsini su basar, bize eğlence çıkardı, sabahın köründen akşam ezanı okunana kadar sokaklardaydık.
Baba şantiyeci başımızda yok, anne ev hanımı koca gün ev işleriyle meşgul, başımızda duran kimse yok ama mahalle kültürü var, herkes birbirinin yedi seceresini bilir ve öyle sahip çıkar, komşu annenizin babanızın sizinkinden farkı yok, ekmek beraber su beraber, mülkiyet bilinci yok, bisiklet, futbol topu, oyuncak, misketler vs. birinin malını herkes kullanır, ama hiçbir şey ortadan kaybolmaz, döner dolaşır seni bulur, zaten mahalleden çıkmazdı.
Bir ara havalı tüfek furyası başladı, baba tarafı çerkez olduğu için o dünden meraklı zaten, hemen benim de oldu tabii bi tane. Bu sefer tüfekleri alır teneke kutuları vurma yarışması yapılır (o zamankiler nedense pek şişe kıramazdı). Denetimsiz ve bilinçsiz olduğumuz için su birikintilerinde kurbağa vururduk.
Şimdiki güvenlik mekanizmaları onlarda yoktu, bir gün tüfek kuruluyken tetiği çektim, tabii namlu küt diye yukarı vurdu, namluya bişey olmadı ama ahşap kundak kabze yerinden kırılıp ikiye ayrıldı. Babam vidalayıp tutkalladı ama "acaba sağlam olmuş mudur" diye (sivri zeka işte) tekrar aynı şeyi yapınca tabii tekrar kırdım, bu sefer pederden fırça yedik ve "al böyle kullan" diye önüme attı tüfeği benim tüfek oldu "sawed-off shutgun"
Bir keresinde de gıcık olduğum bir arkadaşın yüzüne doğru tüfeğin boş olduğunu bilerek ateş ettim, ama namluda kalan saçma sıyrıklarından birisi dudağını yaraladı, kan akmaya başladı. Bembeyaz kesildim, koşarak kaçtım ama anneden çamaşır makinesinin merdanesiyle bir temiz dayak yedim. O gün bu gündür herhangi bir canlıya doğrultmam namluyu.
Ara verdiğim 20 yıldan sonra geçen sene telefonluğun (eskiden her evde üzerine sabit telefon ve yanına fihrist konulan altı ahşap üstü mermer telefon sehpaları vardı ki bizimki hala duruyor) üzerinde o zamandan kalma saçmaları (ki baikal izh60'ı alan arkadaşa tüfeğin yanında göndermiştim, umarım kıymetini anlar) görünce yine kaşıntı tuttu ve bu sefer olayı da biraz abarttık, bu sefer profesyonelleştik tabi biraz, çeşitli tüfekler, çeşitli pelletler, dampa ayaklar, dürbünler, spin targetler, krono cihazları, harbi takımları vs. babamdaki ateş hiç sönmedi zaten, hala pazar günleri beraber gider yarışırız.
O tüfek 2 yıl öncesine kadar gözüme çarpıyordu, geçen yıl ne kadar arasam da bulamadım, ne markasını ne de modelini biliyorum çünkü bizim gözümüzde sadece "havalı tüfek"ti