Tozkoparan tarafından yazılan gönderiler

Lütfen Resim Paylaşımlarınızı Galeri Üzerinden Yapınız. Ek Dosya Yükleme İptal Edilmiştir..

Bizimle Paylaşmak İstediğiniz Resimlerinizi Galeri Dışında Link Olarak Vermek Yasaktır. Galeriye Nasıl Resim Yükleneceğini Bilmiyorsanız Lütfen Konumuzu İnceleyin Buradan Açtığımız Konuyu Ziyaret Edebilirsiniz.

    Gerçekten de tabanca hafif silahlar içinde kullanımı en zor olan ve en ustalık gerektireni. Filmlerdeki gibi sahneler gerçek hayatta pek yok.

    Özel Harekat mensuplarından biriyle yaptığım bir sohbette, ateşli silah eğitimlerinin Fransız ve İsrail Gizli Teşkilatlarından gelen uzmanlarca verildiğini, onların da 10 m'den uzak mesafelere kundaksız silahlarla ateş etmeyi tavsiye etmediğini söylemişti. Heckler und Koch MP5 gibi tabanca çapı kullanan yarı otomatik/otomatik silahlar veya yarı otomatik/otomatik yivsizler, hedef 10 m'den uzaksa ve bir çatışma stresi söz konusuysa tercih edilmesi gereken silahlar.

    Mesela Western filmlerinin hızla çekilerek kalçadan ateşlenen tabancaları da gerçek hayatta hiç var olmamış. Kovboyla silahlarını filmlerde görüldüğü gibi alçakta ve ucu bacaklarına bağlı kılıflarda değil, ters tarafta (sağ eli baskın olanlar için belin solunda) ve çarpraz çekilecek vaziyette taşırlarmış. Böylece hem at üzerinde giderken tabanca düşmemiş oluyormuş hem de dizgini sağ ell tutarken aniden tabacayı çekmek gerekirse, zayfı el ile de tabancayı çekebilmek mümkün oluyormuş. Ateş ederken de silah hep göz hizasına kaldırılıyormuş. Vahşi Batı tarzı düelloların sonuncularından birinin ana kahramanı olan ve modern zamanlara taştığı için ropörtajlar vs. ile iyi dokümante edilebilen Wyatt Earp, kalçadan yapılan tabanca atışının ancak rakip el ile dokunulacak kadar yakındaysa söz konusu olduğuu söylemiş mesela. Bütün bunlardan anlaşılacaüı üzere, tabanca aslında eskinin kılıcı gibi bir silah. Neredeyse göğüs göğüse çarpışmada kullanılmak için tasarlanmış. Zaten makinalı tabanca (tabanca çapı kullanan otomatikler) konsepti de genel olarak bir siper savaşı olan ve iki tarafın siperlerinin birbirine yer yer 8 m yaklaştığı (Çanakkale'de olduğu gibi) bir savaşın ihtiyaçları neticesinde ortaya çıkmıştır.

    .45 ACP ile ilgili de bir kaç şey söyleyeyim müsadenizle.

    Ateşli silahların erken dönemlerinde, karabarutun yavaş yanması sebebiyle silahların endbalistik (insan üzerindeki durdurucu) etkileri iki yolla arttırılıyordu: uzun namlular ve ağır mermi çekirdekleri. Silahların gelişim sürecinde nitroselülöz kökenli hızlı barutlar üretildi, ama eski alışkanlıklardan kolay vazgeçilemedi. Uzun namluların bu hılzı barutlarla çok da gerekli olmadığı uzun zaman anlaşılamadı. Erken dönem silahlarda kullanılan .45, .50 gibi çaplar, uzun süre kullanıldı.

    Ama sizlerin de bildiği gibi, .45 gibi ağır çekirdekler yavaş yavaş tahtını daha hızlı ve küçük çaplı çekirdeklere terk etti. Kovan çapının daralması, servis tabancaları için aranan br özellik olmaya başlayan yüksek şarjör kapasitesini de sağlıyordu çünkü. Bu sebeple, galiba 80'lerin başında ABD ordusunun standart tabancası Colt 1911 (yukarıda resmi olan fıstık) değiştirildi. İhaleye giren silahlardan ikisi bütün elemelerden geçti: Beretta 92 F ve Sig Sauer P 226. Her iki tabanca da 9 mm Para çapındaydı ve ihale, daha hesaplı olduğu için Beretta'da kaldı.

    Yine 10 sene kadar önce, FBI da tabancalarını önce 9 mm sonra .40 kalibre (yaklaşık 10 mm) Glock'lara çevirdi. Tabi bu seçimlerde sadece çap değil, bu silahların çatışma şartlarındaki kullanım kolaylıkları da rol oynadı.

    Tabanca genel olarak bir uzun mesafe silahı değildir. .45 ACP ise, çekirdeği daha hafif ve yüksek enerjili dolulara kıyasla daha da yavaş ve balistik hattı çok eğri bir cephanedir.

    Galiba ateşli ve havalı silah mermilerinin suya penetrasyonu sanıldığı kadar fazla değil. Yanılımıyorsam Mythbusters'da bununla ilgili bir program vardı. Diğer bir sorun da vurulan avın yukarı çekilmesiyle ilgili tabi. Bu sebeple zıpkın vey abenzeri silahlar geliştirilmiş.

    Sniper'ın dediği gibi, ok ve yay bu amaçla kullanılıyor. Rutin olarak kullanılan alüminyum, karbon ya da ahşap oklar yerine, aslında ağırlığı sebebiyle gözden düşmüş olan solid fiberglas oklar balık avında tercih ediliyor. Yani suya penetrasyon sorunu, ok ağırlaştırılarak çözülüyor. Uçlarına, okçuluğun diğer disiplinlerinden farklı olarak, su altında kullanılan zıpkın şişlerindekine benzeyen uçlar takılıyor. Böylece isabet alan balık kaçmaya çalışırken ucun mandalı açılıp balığın oktan kurtulmasını engelliyor. Modern yayların ön kısmında stabilizör için hazırlanmış soketlere monte edilebilen, kamış oltaların makaralarını andıran makaralar üretilmiş. Bu sayede balığı vurduktan sonra onu kıyıya ya da tekneye bu makara yardımıyla misinayı toplayarak çekebiliyorsunuz. Meraklısı You Tıbe'da "bowfishing" diye arama yapabilir.

    Havalı tüfeklerle balık değil ama kurbağa avı yapıldığını biliyorum. Lisede bir arkadaşım babasıyla havalı tüfek kullanarak kurbağa avlarlar, sonra kendilerine kurbağa bacağı ziyafet çekerlerdi.

    Muhammet Aykut bey,

    Açıklamalarınıza minnettarım. Çelik demirini içine beli oranlarda karbon katılarak yapıldığından, döğme işi odun kömürü ateşinde yapılıyor öteden beri. Bütün mesele ve "ustalık", hangi filizi hangi filizle kombine edip ne kadar ateşte ne kadar ısıtacağı, hangi safhada nasıl su vereceğini bilmek. Ustadan çırağa aktarılan ve yazlıl olmadığı için kaybolan detaylar da bunlar. Çünkü malumunuz, alaşımdaki C belli bir orana kadar çelik denilen üstün vasıflı metali yaparken, C oranı artınca dökme demir meydana geliyor. Bu alaşım ise çok kırılgan. Modern metalürjik tekniklerle alaşımın içindeki atomlar hatta moleküler strüktür ayarlanabiliyor. Ama eski ustalar bunu ampirik olarak yapıyordu. Yüzyılların, binyılların deneme-yanılmalarının nesiller boyunca aktarılmasıyla kazanılmış bir bilgi birikimi yani.

    Ok uçları, sportif amaçla kullanılanları ve yangın oku, ıslık çalan ok gibi savaşa mahsus ya da paramiliter özel tasarımları hariç tutarsak; zırhlı düşmana saldırmak için "biz" (bodkin) tipi (yani sizin kanatçıkları olmayan diye nitelendirdiğiniz) ve zırhsız düşmana ya da av hayvanlarına atmak için iki veya üç keskin bıçakla donatılmış olanlardan ibaret aslında. Görülen bütün tipler bu iki temel tipin modifikasyonları. Yayın zırh delme kapasitesiyle ilgili yaptığımız bir çalışmada, Macaristan'dan aldığımız, biri "biz" tarzı diğeri bizim "soğanbaş" diye isimlendirdiğimiz (ve tarihî orijinalini bulamadığımız) iki uç denedik. Kopma mukavemeti 440 N/mm2 olan 2 mm kalınlığındaki çeliği, 56 libre çekiş kuvvetinde kompozit Türk yayı replikası (verim ve performansı orijinallerden düşük) kullanarak, değişik ağırlıkta oklarla, 8 ve 16 m'den kağıt gibi deldik. Tabi bu deneyi, zırhı simüle eden levhanın altına giysi ve et simülasyonu yaparak, okun yumuşak dokuda ilerlemeye devam edip etmediğini görerek genişletmemiz gerekiyor.

    Söylediklerinizde küçük bir düzeltme yapacağım. Türk yay ve okları ecdadımızın Güneybatı ve Batı'ya göçleri boyunca geliştirildiyse de, ekol olarak diğer Orta Asya kavimlerinin devamı niteliğindedir. Türkî/Orta Asya yaylarının zırhlarla ilk karşılaşması Bizanslılar değildir. Bundan yüzlerce yıl önce Romalılar Hunların zırh delici oklarından muzdarip olmuşlardır (Hunların Türklerin atası olduğuna dair kesin kanıt yoksa da kullandıkları silah ve teçhizatın Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı ecdadımızın kullandıklarının atası olduğu kesindir).

    Sizinle en kısa zamanda bir araya gelmek, uzun uzun sohbet etmek ve önerdiğiniz yardım teklifinden yararlanmak isterim. Hattâ Adana'daki ustalarla da tanışmak, bilgilerini kayıt altına almak için bir şeyler yapmak da geçer gönlümden. Adana'da mı yaşıyorsunuz?

    [Resim Engellendi: http://img4.imageshack.us/img4/1807/80166179.th.jpg][Resim Engellendi: http://img204.imageshack.us/img204/1240/94362633.th.jpg]

    M.

    Merhabalar Avcıhoca,

    Bu değerli bilgiler ve dostça işbirliği teklifiniz için teşekkür ederim.

    Geçen hafta sonu Denizli'ye gittim ve bu şehrimizin Yatağan ilçesine olan yakınlığı sebebiyle çarşıdaki bıçakçıları dolaştım. Benim av ve survival bıçakları, kilitli çakılar vs.'den oluşan mütavazı bir bıçak koleksiyonum var. Tesadüfen son dönemlerde bir kaç tane de kılıç eklendi buna. Son zamanlarda, yakın zamanda tarihe karışacağından korktuğum yerel bıçakları edinmeye çalışıyorum. Şu anda sadece Kastamonu yöresinin ve Babakale'nin el yapımı bıçakları var.

    Yukarıdaki resimde gösterdiğiniz gibi namlu şekline sahip, eğri saplı, sapı boynuz veya plastikten üretilmiş klasik ya da bıçağı kilitlenen çok sayıda çakı gördüm. Herhalde bu tasarım bütün yurtta seviliyor. Bunlar döğme çelikten yapılmış ve üzerinde o çok sevdiğim el işçiliği izlerini taşıyor olmakla beraber, diğer bakımlardan işçilikleri kötüydü. Bıçak satan dükkanlardan birinde oldukça etkileyici bir adamla tanıştım. Memleket meselelerini derinden inceleyen, kendini geliştirmenin önemini anlamış, eski bir Yatağanlı bıçakçı ustasıymış. Bu sanatın ölmesinin en büyük sebebinin seri üretilerek sürümden kazandıracak bıçaklar yapmak mecburiyeti olduğunu söyledi. Ben de ısrarla, pazarı bulunduğu takdirde, işçiliği çok iyi ve şu ya da bu sebeple "özel" olan bıçak ya da kılıçların bu ustalara ekmek getireceğini ve sanatın da sürdürülebleceğini söyledim. Mesela bir süredir yatağan almak istememe rağmen, Yatağan ilçesinde yapılagelen yatağanların hiç bir şekilde tarihî orijinallerine benzemediğini gördüm. Beyoğlu Belediyesinin düzenlediği Altın Eller Festivali kapsamında İstanbul'a gelen 40'dan fazla zanaatkâr arasında Yatağanlı ustalar da vardı, ama yaptıkları kılıçlar kesinlikle kaba-saba, tarihî orijinallerini çok iyi taklit etmeyen, çok ağır aletlerdi; üstelik de çok pahalıydı. "Özel" alıcıya ulaşacak "özel" parçaların yapılması için gerekn Araştırma-Geliştirme sürecini hor gören, hiçe sayan ve maalesef ülkemizde yaygın olan "ben yaptım olducu" bir zihniyet bu. Buna mukabil, daha geçen Ağustos'da bir Macar dostumun Macar bir bıçak ustasına Dimışkı çeliğinden yaptırdığı yatağanı eime aldığımda ne kadar farklı olduğunu gördüm. Yavuz da yanımdaydı ve benimle aynı fikirde olduğunu sanıyorum.

    Yatağanlı eski usta, döğme çelikten bıçakların da eskisi gibi "yumurta" dan değil, hazır çelik malzemeden döğülerek yapıldığını söyledi. Bu malzeme de ya Karabük Demir-Çelik'ten ya da Fransa'dan geliyormuş.

    Bizim geleneksel okçuluk araştırmacıları olarak ihtiyacımız olan, eski yapım-döğme-su verme tekniklerini bilen kişilere ulaşmak. Yavuz'un bahsettiği test (zırh delme) gibi çalışmalar "deneysel arkeoloji" kapsamında değerlendiriliyor. Bu konsept tarihî olay, alet, silah vb'nin bire bir kopyalanması (recreate ya da reconstruct edilmesi) anlamına geliyor. Yani dört dörtlük bir Osmanlı ok darp (zırh delme) testi, ancak o dönemin metalurjik tekniklerinin aynen uygulanmasıyla yapılabiliyor. Bahsettiğim usta, döğme ve su vererek sertleştirme sanatına vakıf ustalardan Yatağan'da bile çok az kaldığını, bunların da şu anda 60-70 yaşındaki nesil olduğunu söyledi. Kendisine, Yavuz'un da yazdığı gibi, bilgiyi korumak için bunu yazı, fotoğraf, film gibi yöntemlerle dokümante etmesini tavsiye ettim. Böyle bir misyonun yükü sanırım sizin omuzlarınızda da var ve yukarıda görüldüğü gibi bunu mümkün mertebe yapıyorsunuz.

    Çok acıdır ki, bugün İngiltere gibi "modern zamanlara" bizden çok önce adım atmış bir ülkede bile Ortaçağ'daki döğme ve sertleştirme metodlarını bilen sıcak demirciler mevcuttur. Bana hediye edilen bir İngiliz oku replikasının zırh delici ucu bu otantik teknikle yapılmıştır (kömür ateşinde hayvan kemiği yakıyorlar, ok başını en uç kısmını buna sokuyorlar). Adana'daki ustaların vereceğimiz fotoğraflardan ve ölçülerden replika ok uçları yapma olanakları nedir? Bunu yaparken yine hazır çelik malzeme mi kullanacaklar? Su verme metodları ne kadar otantik? Bu soruların cevapları gerçekten önemli. Her türlü bilgiye ve yardıma ihtiyacımız var.

    Teşekkür ve saygılarımla.

    Murat Özveri

    Fatih Yılman rahmet istedi. Allah rahmet eylesin. Size vermiş olduğu yay ondan bir anı olarak duvarda asıl demek? İnşallah size uygun teçhizatı bir an önce edinir ve bilfiil ok atmaya başlarsınız.

    Yavuz'un söylediklerine aynen katılıyorum. Bir kaç ilave yapmak istiyorum:

    Teorik olarak makaralı yaylarla da ahşap ok kulanılabilir ama bu çok akıllıca olmaz. Okların spine (esneme) değerleri çok önemlidir. Yüksek spine değerinde ahşap ok enderdir; hem bunların spne değerleri alüminyum ve karbon oklardaki kadar tutarlı değildir hem de yüksek enerjii bir makaralı yayda uygun olmayan spine'da ok kullanmak tehlikeli olabiliir (atış sırasında ok kırılıp okçuyu yaralayabilir). Bu tür setler ucuz malzemeler bir araya getirilerek düzülmektedir. O sebeple, okların iyi kalite olmayabileceği ihtimali göz ardı edilmemelidir.

    "Flu flu" denilen yelek tipi, hayvandan elde edilen tüyün hiç bir işlemden geçirilmeden tam büyüklükte, alışılmış olduğu gibi 3 taneden fazla sayıda yapıştırılmasıyla elde edilen oklara denir. Bu oklar yaydan çıktıktan sonra hızla hız kaybetmeye başlar. Amaç daha az penetrasyon değil, daha kısa menzildir. Yani uçara veya hava hedeflerine yapılan atış eğer ıskalarsa ok çok uzağa gidip kaybolmasın diye kullanılır. Avın vücudundaki penetrasyonu azaltmak için küt uçlar kullanılır. Yavuz'un yazdığı gibi, tek bir yeleği helezonik olarak gövdenin etrafına sararark da aynı uçuş karakteristiğinde oklar yapılabilmektedir. Bu, bizim ecdadımızın metodudur ve Osmanlı bu oklara "ibriş" veya "ebrüveş" derdi. Menzil atışlarından önce, yükseklerdeki rüzgâr ve hava hareketlerini değerlendirmelerini sağlayacak yavaş bir uçuş elde etmek için kullanmışlardır. Ve tabi hiç şüphesiz, kuş avlarında da.

    Makaralılarda çift kamlı ve tek kamlı (üst yay kolunda "idler" denilen yuvarlak makara) modeller arasındaki en önemli fark, tek kamlıların "vadi aralığı" nın (yayın let-off da olduğu çekiş mesafesi aralığı) çift kamlılara göre daha kısa olmasıdır. Bu sebeple atış tekniğinizin daha iyi olmasını gerektirirler. Yavuz'un dediği gibi, iki kam arasındaki senkronizasyonu ayarlamak gibi bir mecburiyet olmaması avantajına sahiptirler.

    Makaralı yay almak istiyorsanız, ABD'den getirtmeye bakın. En iyi kaliteyi en ucuza oradan alırsınız. Yayı sipariş etmeden önce ok atma tekniğinin temellerini öğrenin ve çekiş mesafenizi belirleyin. Okçulukta, hangi ekipmanı kullanıyor olursanız olun, en önemli şey çekiş mesafenizi bilmektir. Sonra, yayı sizin çekiş mesafenizde istediğiniz çekiş kuvvetinde olacak şekilde ayarlatın. Bu ayarı sizin yapmanız hem zordur hem de "yay presi" denen bir cihaz gerektirir. Bazı makaralılar yay presi gerektirmeden ayarlanabilecek şekilde yapılırlar, ama bunlar istisnaîdir. Sonraki safha, sizin çekiş mesafeniz ve yayın çekiş kuvvetinde doğru spine veren ok almaktır. Sonra, düzgün ok atışı elde etmek için yayı akord etme süreci (bow tuning) başlar ve bu da sancılı, uzun ve bilgi gerektiren bir yoldur, ama deneme-yanılma zevkli bir şeydir.

    En son olarak şunu ilave edeyim. Bu setlerin av uçlarıyla donanmış oklar ihtiva etmesine kesinlikle karşıyım. Ok ve yay avda kullanılması en zor silahtır. Makaralı yaylar gibi hassas atış yapabilen mekanik harikalarında bile okçuya çok iş düşmektedir. Bunların peynir-ekmek gibi satılması insanları bir an önce böyle bir yay edinip kurda kuşa atmaya teşvik etmesi, okçuluk temel tekniğini öğrenip geliştirme gereğinin önemini azaltması gibi bir zararı vardır. Canlı hayvanlara atış yapmadan önce iyice ustalaşmanızı, yayın akordunu çok iyi yapmanızı; makaralıyla uçara atmayı ise tamamen aklınızdan çıkarmanızı tavsiye ederim

    Ellerinize sağlık. Çok derli toplu bir araştırma olmuş.

    Balistik jel gibi, ete yakın kıvamda ve evde üretebileceğimiz bir malzeme biliyor musunuz? Süpermarketlerdeki jöleyle denedim, kopma mukavemeti ve yoğunluğu çok düşük bir şey çıktı (Ayrıca nefis kokan ve iştah açan).

    Okçuluğun bu kadar ilgi görmesi beni de çok memnun ediyor. Dediğiniz gibi, atıcılık sporlarının birbiriyle yakından alakalı olduğı muhakkak. Osmanlılarda sistematik eğitim ile öğrenilen, icazet sistemine sahip bir beceri olan kemankeşlik (okçuluk), ateşli silahların savaş alanlarında ortaya çıkmaya başladığı 16. yy ikinci yarısından sonra da bir sportif faaliyet olarak 20. yzyıl başına kadar varlığını sürdürmüş. Eski belgelere göre, bu iki tür silahın birlikte kullanıldığı dönemlerde bir çok usta kemankeş aynı zamanda usta tüfenkendâz (tüfek atıcısı) dır. Padişahlar arasında da hem kemankeş hem tüfenkendâz olanlar vardır. Tüfek atışlarının anısına dikilmiş az sayıda nişantaşından en bilinenleri Teşvikiye Camii avlusundaki taşlar ve Acıbadem'den Çamlıca'ya çıkarkan geçilen Nişantaşı semtine adını veren nişantaşıdır.

    Piyasada bulabileceğiniz, Şinasi Acar imzalı "İstanbul'un Son Nişantaşları" tarihimizin tüfek atıcılarını da cezbecedecek bu altın sayfalarına ışık tutan çok değerli bir eserdir.

    Okçuluk hakkında bilgi edinebileceğiniz kaynaklar içinde bizim sitemiz https://www.airgunturk.com/www.kemankes.com'u, benim yazdığım "Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey" adlı kitabı tavsiye edebilirim. İngilizce bilenler için Kathyleen Haywood'un "Archery Steps to Success", çok iyi bir başlangıç kitabıdır

    Estağfirullah. Aslında hepimiz öğrenciyiz. Öğrenmek hiç bitmeyen, zevkli bir yolculuk gibi.

    Arbaletler konusunda çok bilgim yok. Ama anlattığınız tablo okun "esneme değeri" nin yaya uymadığı izlenimini uyandırıyor. Aslında ok havada dümdüz gitmez. Hızlı kamera çekimlerinde, okun yılankâvi bir hareket yaptığnı görürsünüz. Ok aynı zamanda balık kuyruğu gibi sağ-sol ve yumus kuyruğu gib alt-üst salınım da yapar. Bunun sebebi ise kirişin elden veya bir mekanizmadan bırakılması sırasında okun yayda dayandığı noktayı dayanma noktası gibi kullanarak kamçı gibi bükülmesidir. Bu harekete "okçu paradoksu" adı verilir. Yay hızlandıkça bu hareket dramatik hal alır. Okun arkasındaki yelek düzeneği 8-10 m sonra bu uçuşu büyük oranda stabilize eder. Makaralı yay kullananlar, bu yaylar hızlı olduğundan, tetikle boşalan bir mekanizma kullanarak atış yaparlar. Arbaletler de kiriş bir mekanizma yardımıyla tuttup bıraktığından, teorik olarak paradoksun çok hafif olması gerekir. Ama hiç olmadığını sanmam.

    Paradoks ve diğer salınımın en az indirilmesi için ok gövdesinin yayın çekiş kuvvetine (ÇK) göre ayarlanması gerekir. Yani ÇK arttıkça, okun daha katı olması gerekir. Balık kuyruğu hareketi düşük ok esneme değerinden kaynaklanıyor olabilir. "Spine" denilen bu değeri ben kitabımda "esneme değeri" diye Türkçeleştirdim. Ok gövdesinin esneme değerini arttırmak için daha kalın gövde, daha katı materyal, daha hafif ok ucu (bu "dinamik esneme değeri" denilen, okun atış sırasındaki bükülmesini tarif eden bir parametreyle ilgilidir) kullanılabilir. Daha katı ok gövdesi ile deneme yapıp sonuca bir bakarsanız size yardımcı olmaya çalışırım.

    Bunun yanısıra, arbaletin yayında okun dayandığı yerle kirişin tutulup bırakıldığı yer arasında hizalama problemi de, yine paradoksun artması sebebiyle uçuş stabilitesini bozar. Tam aynı hizada olamaz tabi, ama yükseklik farkının az olması gerekir.

    Dikkat edilecek bir diğer konu da ok ve okun yeleğidir (okun arkasında dümen görevi gören kanatçıklar). Sanıyorum arbalet oklarında (bunlara Osmanlı " mecrâ oku" derdi. İngilizce ve Almanca'da da "ok" tan farklı bir kelime kullanılır) birbirinden 180 derece ile ayrılan iki yelek var. Yay oklarında 3, bazen 4 ok vardır. Arbaletinizde bir oluk (mecrâ) vardır sanırım. Yeleğin atış esasında buna sürtünmesi, atış dinamiğini bozmayacak ama dümenleme etkisi gösterecek şekilde ve büyüklükte olmalıdır. Yeleği 1/2-1 cm ble uzatsanız inanılmaz sonuçlar elde edebilirsiniz. Doğal kuş tüyü kullanmayı deneyin. Bunlar uçuş dengesini sağlamada hazır plastik yeleklerden daha iyidir.

    Yayınızın ÇK'ni ölçebilirseniz (basit bir el kantarıyla mümkün bu), uygun ok spine değerini bulup hazır ok getirtebilirisniz. Böylece problemin arbaletiniz tasarımnda mı ok esneme değer uyumsuzluğunda mı olduğunu anlayabilrsiniz.

    Yay akord edildiğinde, ok uçuşundaki bu salınımın gözle görülemez hale gelmesi lazımdır.

    Size paradoks ile ilgili video ekliyorum. Görünce insan daha iyi kavrıyor:

    Harici İçerik www.youtube.com
    Dış kaynaklardan gömülen içerik, izniniz olmadan görüntülenmeyecektir.
    Harici içeriğin etkinleştirilmesi yoluyla, kişisel verilerin üçüncü şahıs platformlarına aktarılabileceğini kabul edersiniz. Gizlilik politikamızda bununla ilgili daha fazla bilgi verdik.

    Makaralı yayın "çalışanlara hitap etmesi", fiziksel kuvvetin daha az gerekli olmasıyla ilgilidir. Klasik yaylar veya bunları temel alan olimpik uçbükümlü (recurve) yaylar, düzenli antrenmanla kazanılan beceri ve kuvvet gerektirmektedir. Hatta eski kaynaklarda "iyi okçu olmak için 20 yıl çalışmak gerektiği" yazılıdır. Ok ve yayın erken dönem ateşli silahlar karşısında önemini yitirmesi de bundandır. Ok ve yay fitilli ve çakmaklı tüfeklerden daha iyi balistik özelliklere ve atış hızına sahip olduğu halde, bu silahların savaş alanlarına çıkmasıyla (16. yy ikinci yarısı) tarih sahnesinden silinmeye başlammıştır. Bunun sebebi, ateşli silah kullanımının daha kısa sürede ve kolay öğretilir/öğrenilir olmasıdır. "Vatandaş ordular" profesyonel orduların yerini aldıkça, askerlerin çabuk eğitilmesi gereği doğmuştur. Zaten kapsüllü ateşleme sistemleri ve kısa süre sonra yiv-set icat edilince, ok-yayın teknik üstünlüğü de sona ermiştir.

    Yivli (havalı veya ateşli) silahlardan zevk alanların okçulukta makaralı yay kullanması, alışık oldukları yüksek isabet oranlarına yaklaşabilmeleri bakımından da anlamlı. Nişan almak için nişangah kullanılan modern recurve yaylar bile makaralı yayların isabetliliğine ulaşmaz. Geleneksel yaylarda ise doyurucu isabet oranlarına ulaşmak için çok çok çok çalışmak gerekir. Haftasonu okçuları için makaralı yay en tavsiyeye değer olanıdır. Ama elbette burada her şeyden önce kişisel zevk gelir.

    Bu arada, yay seçerken önemli olanın boy ve kilonuz olmadığını söylemeliyim. Çekiş mesafeniz ve fizik kuvvetiniz önemlidir. Çekiş mesafenzi boyunuzla ilgili olmakla beraber, atış tekniğiniz, kullandığınız yay gibi faktörler çok daha önemlidir. Kuvvetli birisinin bile çekebileceğinden daha düşük çekiş kuvvetinde bir yay ile başlamasıını şiddetle tavsiye ederim. Atışın sağlığı bakımından çok önemli olan vücut formu, ancak makul çekiş kuvvetinde yaylarla öğrenilebilir, kazanılabilir.

    Makaralı yaylar ise sizin çekiş mesafenize göre ayarlanmalıdır. Bunu bir bilenden yardım almadan başaramazsınız. Tanışacağınız millî takım antrenörü kimdir acaba?

    Büyük hayvan avında, yabancıların "öldürücü bölge" dedikleri bölge, bizim "kızıl koltuk" tabir ettiğimiz koltuk altı bölgesidir. Üç hayatî organ olan kalp, akciğerler ve karaciğer buradadır. Öldürücü bölgenin büyüklüğü ve tam yeri hayvanın anatomisine göre değişir. Kafa atışı da ateşli silah kullananların sevdiği bir yöntem, ama burada hedef çok daha küçük ve hareketli. Eğer hedef yakın ve hareketsizse, avcı soğukkanlıysa, kulak arkasına da ateş edilebiliyor. Bu iki ana bölge dışında, isabetin ölümcül olabileceği ama ölümün yavaş gerçekleşeceği ana damarlar var. Boyun atışı, boyun atardamarını veya omurgayı vurmaya yönelik ama başarı şansı düşük bir atış. Aynı şekilde, bacaktaki femoral artere isabet de hayvanın fazla miktarda kan kaybetmesini sağlayarak öldürebilir. Başarı şansını en çok arttıran bölge, kızıl koltuktur. Dolayısıyla buradaki atış noktası iyi ve doğru bir seçim.

    Evet,

    Bu farklılık ateşli silah çapları için de söz konusudur ve sebebi de sanıyorum yiv-set derinliği. Aynı çap kabul edilen kalibreler arasında, bu yiv-set derinliğine bağlı olarak küçük oynamalar olabilmektedir. Yine de .216 ya da .224'ün de da aksi söylenmedikçe .22'liğe dahil edilmesi makul galiba. Ateşli silah dolularındaki .25, .243 veya .22, .223 arasındaki farklılıklar gibi, küçük farklılıklarbunlar ve daha çok isimlendirmede kendini gösteriyor.

    Sevgili arkadaşlar,

    .22 lr ibaresindeki "lr" "long rifle" içindir. Kelimenin ifade ettiği gibi "uzun namlulu" tüfekler için üretilmiştir anlamına gelmez. .22 lr çaplı tabancalar da vardır. Özel bir isimlendirmedir.

    Amerikan notasyonunda kalibreler .45, .38, .50 gibi sayılarla ifade edilir. Burada kastedilen sırasıyla 0,45 inch; 0,38 inch; 0,50 inch'tir. İnç'in metrik sisteme çevrilmesi için 2,54 ile çarpmanız gerekir. Bu durumda .22 lik metrik sistemde 5,56 mm'dir.

    Çaptan sonra gelen "lr" gibi tabirler ise, belli bir doluyu aynı çaptaki diğer fişeklerden ayırmak için konmuş isimlerdir, yukarıda dediğim gibi "isimlendirmeler"dir. Bunlarda genellikle kovan uzunlukları farklıdır ya da (genellikle tüfek doluları için söz konusudur) kovan şişe boyunludur vs. Mesela .22 short, .22 lr ve hatta M-16'nın mermisi olan 5,56X45, nam-ı diğer .223 Remmington, 5,56 mm çapındadır. Elbette enerjileri, hızları, kullanıldıkları silahlar vs. bambaşkadır. Başka bir örnek de .38 liklerdir. Mesela .38 Special ile .357 Magnum aynı milimetrik çapa sahiptir, ama enerjileri çok farklıdır. Avrupa'da kullanılan milimetrik isimlendirmede benzer bir durum vardır. Mesela 9 mm Parabellum, 9 mm Browning, 9 mm kısa vs. vs.

    M-16 mermisinde olduğu gibi, bazı aynı dolu askerî veya sivil isimleriyle de anılır. Mesela Heckler und Koch G-3'ün mermisi askerî literatürde 7,62 X 51'dir ve "NATO mermisi" diye de anılır. Sivil kullanımda tıpatıp aynı dolu ".308 Winchester" adını alır. Kalashnikov AK47 mermisi ise aynı çaptadır, ama kovan boyu kısadır (51 mm değil 39 mm), bu sebeple bambaşka bir doludur.

    "Rimfire" denilen ise, iğnenin kovan dibinin ortasındaki kapsüle değil, vuruşa duyarlı olan bütün kovan dinini kenarına vurduğu fişeklerdir. Küçük çapları bir kısmı (.22'liklerin büyük bölümü) rimfire'dır.

    Bilgilerinize sunarım.

    M.

    Benim de arzum en kısa zamanda siz havalı silah tutkunları ile bir araya gelmek ve bilgi paylaşımında bulunmak.

    Söylediğiniz gibi köyler Osmanlı'da vardı. Bunlar okluk ağaç keser İstanbul'a yollarlardı. Ordunun yolu üzerinde, ordunun muhtelif ihtiyaçlarını karşılayan esnaf köyleri de vardı. Mesela Macaristan seferine çıkıldığında ordunun savaş alanına varması 3 ay sürüyordu (Yeniçeriler yürüdüğü ve ağır silahlar taşındığı için). Lojistik destek yoldan sağlanıyordu. Diyelim ki bu yürüyüşün 2. ayında 20.000 yeniçerinin 12.000 tanesinin çarığı deliniyor. Güzergâhın tam bu kısmında çarıkçı esnafının ikamet ettiği bir köy oluyordu. Böylece ordu gereksiz yük taşımamış oluyordu.

    Okların da bu şekilde tedarik edildiğini sanıyorum. Bununla ilgili belgeye rastlamadım, ancak adı "Okçular" olan köylerden birinde (Fethiye'ye bağlı ama Marmaris'e yakın Dalyan'da) bununla ilgili bir araştrma yaptım. Bu beldenin Doğu seferlerine gidilirken kullanılan İpek Yolu üzerinde olmayışı veya Batıya düzenlenen seferlerde gidilen yolun tersinde olması beni şaşırttı ama sonra, Kanunî Sultan Süleyman'ın Rodos seferini Marmaris'i üs olarak kullanarak yaptığını buldum. Marmaris Dalyan'a sadece 80 km uzakta. Faunasında sazlıklar var ve bunlardan kolay üretilen, ucuz ("at-unut") tarzı savaş okları yapılmış olması kuvvetle muhtemel. Akdeniz'i bir Türk gölü haline getiren ve bir kısmı sonradan Kaptan-ı Deryâ'lığa yükseltilen korsanların da bu doğal limana gelip oklarını tedarik etmiş olmaları akla yakın.

    Köylülerle yaptığım sohbetlerden edindiğim bilgiden, köyün adının dayanması muhtemel başka tarihî senaryolar da ortaya çıktı. Kısmet olursa bunları da bir makale olarak toplamak istiyorum. Ama ordu ihtiyacına cevap veren bir esnaf köyü olması ihtimali en kuvvetli ihtimallerden biri.

    Kusura bakmayın. Şimdi kontrol ettim de You Tube'de WTAF "2007 WTAF" olarak geçiyor. Türk savaş okçuluğunun demo'sunu yaparken çekilen görüntüleri de buldum.

    Bundan 3 ay sonra, Ağustos 2007'de Macaristan'daki yarışmada olduğu gibi (fotoğrafları forumumuzda var), kostüm vs. açısından tarihî gerçeklere uymaya özen gösterdim. Bu sebeple, yıllardır kesmediğim sakalımı kesip bıyıklarımı uzattım. Çünkü Yeniçeriler, tıpkı diğer devşirmeler gibi ("bîrun erkânı" denilen seçkin bir azınlık hariç olmak üzere) sakal bırakamazdı.

    Harici İçerik www.youtube.com
    Dış kaynaklardan gömülen içerik, izniniz olmadan görüntülenmeyecektir.
    Harici içeriğin etkinleştirilmesi yoluyla, kişisel verilerin üçüncü şahıs platformlarına aktarılabileceğini kabul edersiniz. Gizlilik politikamızda bununla ilgili daha fazla bilgi verdik.

    Diz çökerek, geriye dönerek, sağ elde yedek okları tutup yayı üst üste hızlı besleyerek atış yapmak, yayların daha kısa olduğu ve zihgîr kullanılan Doğu stillerine özgü tekniklerdir. Asya okçuluğunun en önemli temsilcisi, teknik ve malzemede doruğa ulaşmış olan Osmanlılardır. Osmanlılar da bildiğiniz gibi Spadan Adası'nın güneyinde bir ada devleti değildir. Bu topraklarda yaşamış, öz be öz atalarımızdır. Bizim neslin (bugün 40 yaş civarınd olanların) dedeleri, hatta büyük önderimiz Mustafa kemal Atatürk, sadece iki nesil öncesi Osmanlı'ydı. Maalesef kültürümüzün altın gibi parlayan parçaları bize unutturuldu. Eski Türkçe'ye sanki başka bir dilmiş gibi "Osmanlıca" deniyor; kendi ecdadımızdan, "Japonlar" der gibi "Osmanlılar" diye bahsediyoruz.

    Bugün yabancı uzmanların da fikir birliğine vardığı bir nokta, Türk okçuluğunun va yaycılığının tarih boyunca mümkün olabilecek en üst seviye ulaştığıdır. Samurayın kılıcı kılıçlar arasında neyse, Osmanlı yayı yaylar arasında odur. Acı olan kendi değerlerimizi bilmememiz, bunlara sahip çıkmada zaaf göstermemizdir.

    Sevgili arkadaşlar,

    Makaleler İngilizce yazıldı ve Türkçeye çevrildi. Makalelerin orijinalleri ve resimler için aşağıdaki link'i takip edin lütfen. Bu site, Turkish Cultural Foundation (Türk Kültür Vakfı) resmî sitesi. Bu vakıf ABD'de kurulmuş ve Türk kültürünün dünyada tanıtılmasını amaçlıyor. İngilizce bilmeyenler için de resimler ilgi çekici ve metinlerin Türkçe versiyonlarını tamamlayıcı olacaktır.

    http://www.turkishculture.org/pages.php?Chil…e=1#PageContent

    Ayrıca 10 gün önce ABD ve İngiltere'de piyasaya çıkan "Mounted Archery in the Americas" (Amerikalar'da Atlı Okçuluk) adlı kitapta, benim imzamı taşıyan "Turkish and Persian Mounted Archery "(Türk ve Pers Atlı Okçuluğu) başlıklı bir bölüm var. Kitapta Kuzey ve Güney Amerika atlı okçuluğunu yanısıra, diğer önemli atlı okçuluk ekolleri (Türk, Japon, Macar, Çin, Kore, vs.) halkkında detaylı bilgi var. Meraklıları için kitap https://www.airgunturk.com/www.amazon.com satışa sunulmuş ve 22 USD fiyata satılıyor. Kitap 13 yazarın ortaklaşa gerçekleşmiş olduğu uluslararası bir proje ve bu yazarlar arasında Stephen Selby, Lukas Novotny, David Gray gibi duayenler var.

    Ben kitaba ülkemin adını yazdırdığım ve kendi kültürümüzün tanıtımında çorbaya tuz katabildiğim için mutluyum.

    M.

    Mustafa Serdar bey ve değerli arkadaşlar,

    Bu videolar ile ilgili kısa açıklamalar yapayım isterim. İlk video, Kore yayıyla Kore stili atış yapan bir Batılıya ait. Diğer videolarımızı da You Tube'a yükleyen sevgili okçu arkadaşımız Adnan Akgün'ın yüklemiş olduğu bir videoya yollanmış cevabî görüntüler bu. Kore okçuluğu pek çok açıdan Türk okçuluğuna benziyor, hatta Kore yayı da diğer Asya yaylarına göre Türk yayına en çok benzeyeni. 2007'nin Mayıs ayında Güney Kore hükümetinin sponsorluğunda Kore'ye giderek 1. Dünya Geleneksel Okçuluk Festivali'ne (I. WTAF) katılmıştım. Orada hem diğer dünya okçuluk ekollerini hem Kore atış stilini yakından inceleme fırsatı bulmuştum. Bu festivalle ilgili görüntülere You Tube'da "I. WTAF" yazarak ulaşabilirsiniz. Bunlardan birinde Türk geleneksel okçuluğunu temsilen, Yeniçeri kostümü giyerek yaptığım atış demo'su da olacak. Burada Macar yapımı bir Türk yayı replikası ve okçu arkadaşlarımızdan Mümin Seren'in yaptığı bir "puta" (geleneksel Osmanlı ok hedefi) replikası kullandım.

    İkinci videoda, bir Alman meraklının isteği üzerine çektiğimiz, Türk-Asya ekolünde ok atarken başparmağa takılan okçu yüzüğünün (zihgîr, şast, küştuvan gibi isimler alır) kullanılışının demonstrasyonunu görüyorsunuz. Üçüncü video, Macaristan'da katıldığımız geleneksel okçuluk yarışmasından sonra sıcağı sıcağına ülkemizde düzenlediğimiz geleneksel okçuluk yarışması. Maltepe Stadı'nda düzenlediğimiz bu yarışmada, Türk ve Moğol yayı replikaları kullanıp zihgîr ile ok atan arkadaşlarımızn katılımı ile gerçekleşti ve Türkiye'de bir ilk oldu. Düşünün ki, bundan 4 yıl önce bu stille atış yapabilen kimse yoktu ülkemizde. Dikkatli ve temkinli adımlarla ilerliyor olmamıza rağmen aldığımız yol bir hayli iyi galiba. Kullandığmız 3 boyutlu (3-D) hedefler "home-made" olduğundan komik gözükse de büyüklük ve mesafe olarak FITA saha okçuluğu normlarına uygun. Umuyorum ki bahar aylarıyla beraber başka yarışmalar da düzenleriz.

    Dereceye girenlerde soldan birinci, beni sitenize üye olmaya teşvik eden Şükrü Mergen.

    Mustafa Serdar bey, ilginize teşekkür ederim.

    M.